14 Ağustos 20

gideceğiz

bırak dünyanın derdini çekenlere
uzat ellerini
gideceğiz buralardan

sevdiğimiz şarkıları koy çantana
ceplerinde hanımeli kokuları
kulaklarımızda bahar şarkılarıyla
gideceğiz buralardan

ne insan yüzü
ne dert, ne tasa
ne gelmeyen haberler
ne bitmeyen üzüntüler
ne onlar, ne şunlar
yanımızda sadece diğerimiz
gideceğiz buralardan

24 Ocak 20

yoruldum

ucunu, dibini göremediğim okyanuslardan geçtim de
yanaklarımdaki iki damla öldürdü beni
bildiğim tüm acılar, tüm sıkıntılar yetti de
bi arkanı dönüşüne yenildim
öyle oturdu içime
öyle büktü ki belimi yokluğun
iki adım ötedeki varlığına uzanamadım
yeller esti, günler karardı, ben yoruldum
sen yorulmadın dönmemekten

23 Temmuz 19

göz

bu gözleri tanıyorum ben
bu bakışları
bu kaçışları…

renkler değişiyor
isimler değişiyor
gülüşler değişiyor ama

bakışlar değişmiyor

otuz senede bir hayli öğrendim
her yeni gelenin çantasında oluyor muhakkak
gelirken saklıyor
giderken bırakıp gidiyor

9 Haziran 19

biz

o kadar çok yalan söyledik
avuçlarımızı o kadar çok sıktık ki,
şimdi birkaç nefes yakında bulamıyoruz birbirimizi..
o kadar üzüldük, o kadar kırıldık ki,
beraber ağladığımız duygulara o kadar küstük ki
o kadar söndürdük ki içimizdeki yangınları…
ama
o kadar da çok özledik ki,
şimdi kime sarılsak biz sanıyoruz…

30 Ağustos 18

anladım

utangaç gözlerine şarkılar düşünürken hatırladım aşk denen şeyin ne olduğunu
dudaklarının arasından dökülen birkaç kelimede fark ettim yüreğimi
ve
şarap kızıllığı saçlarında yitirdim azıcık aklımı
sana baktığım her anda
sesini dinlediğim
gözlerinde kaybolduğum
yakınlaştığım her anda neler yaptın bana bir bilsen
bir sandalye mesafede yaktın, kavurdun tenimi

kendime geldiğim anlarda
dilimin ucuna kadar geldi de kelimeler
diyemedim gel diye
tutun bana veyahut sen tut beni
yasla başını omzuma
bırak kendini
bırak dünyanın derdini avuçlarıma
sarıl bana
kat beni canına

seni benden götüren ayakların geri getirsinler diye yalvarırken
anladım aşk denen şeyin ne olduğunu

28 Ağustos 18

atakan diye biri

“şu” de elinle fotoğraflarda beni gösterirken
“burada da falancadaydık” diye anlat
keşke’li kelimeler kur
dilek şart kipleri kullan
sayfayı çevirirken ellerin değsin yüzüme
tut gözlerini birkaç anlığına üzerimde
gülerek anlat beni
gülümsemeyle hatırla
adımı merak eden olursa da
atakan diye biriydi de

10 Ağustos 18

bu gece

bu gece sana dair hiç olmadı iki satır karalamazsam
bu eski şehrin
bu bozuk yolların
rutubetli havanın
anne dayağından kaçan donsuz veletlerin
sevgilisine surat asıp şımaran ergen kızın
dizlerinin ağrısından yürüyemeyen ihtiyarın
domatesin kilosunu üst caddeye kadar duyuran ayaşlının
hurdalarımıza talip kasketli megafonun
en çok da
“will you wait for me” diyen doloresin ahı uyutmaz beni.
almaz yatağım beni koynuna bu gece

bu gece seni düşünmezsem, adını anmazsam
uyandırmaz sabah perileri beni

10 Ağustos 18

eserin

ellerimin birbirlerine mesafesini sen azalttın
senin sayende fark ettim avuçlarımın terini
aynalarla konuşmam da senin yüzünden
güneşi perdelerimden kurtarıp yatağıma alışım
kalbimin yerini hatırlayışım senin eserin.

şimdi burada bana bıraktığın boş yolları seyrederken
dudaklarımda adının belirmesi hep o güzel yüzünün yüzünden

2 Nisan 18

nakarat

ne diye bekliyorsun geceyi
elin orospusu değil mi hepi topu
kenarın yellozu ne ara beklenir oldu camlarda
ne ara aranır oldu şarkı nakaratlarında

2 Nisan 18

akşam

bardağın yarısından ne berrak bu akşam
serin, rutubetsiz bir Altınbaş akşamı tam da böyle olmalı zaten
gözlerinin şerbetini şalgamın acısına batırıp içmelik bir akşam
Senar bir yanda, Neşet, Edip öbür yanda
arkada ver elini Şenses.
ne biçim yalnızlık bu akşam
acayip yalnızlık bu akşam